Uhud Dağı, Medine’nin kuzeyinde bulunan; 8 km uzunlukta ve Mescid-i Nebevi’ye yaklaşık 5 km uzaklıktaki bir dağdır. Toprak yapısı nedeniyle kırmızıya çalan bir rengi vardır. Uhud Dağı’na, dağlar arasında tek kaldığı için “Uhud” adı verilmiştir. [İbn Kesir]

Manası itibarı ile “Uhud” kelimesi, Allah-u Teâlâ’nın tek ve benzersizliğini yani “Ehadiyeti” (tekliği) temsil etmektedir. Efendimizin de [sallallahu aleyhi vesellem] Uhud’a karşı özel bir sevgi duyduğu rivayet edilmektedir.

Nitekim Hz. Enes’in [radiyallahu anh] riyavetine göre; Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur: “Uhud bir dağdır ki, biz onu severiz, o da bizi. O cennet dağlarındandır.”

Uhud Dağı ve Uhud bölgesinin İslam tarihi açısından önemi şüphesiz Bedir Savaşı’nın intikamını almak isteyen müşrikler ile İslam ordusu arasındaki savaşın bu bölgede yapılmasıdır.

Uhud Savaşı

Uhud Savaşı, milattan sonra 642 yılında 3 Şevval’de meydana gelmiştir. Kureyş müşrikleri Bedir’de yaşadıkları yenilginin acısını bir türlü unutamıyorlardı. Çünkü Bedir Savaşı’nda; Ebu Cehil, Ukbe, Utbe, Şeybe, Ümeyye, As B. Hişam gibi Kureyş’in ileri gelenleri olmak üzere Mekke müşriklerinden 70 kişi ölmüştü.

Bedir’de babalarını, kardeşlerini, oğullarını ve diğer yakınlarını kaybeden müşrikler, o sıralarda iman etmemiş olan Mekke reisi Hz. Ebu Süfyan [radiyallahu anh] önderliğinde intikam kararı aldılar. Müşrikler, müttefik kabilelerden gönüllü ve kiralık askerlerin katılımı ile 2000 (iki bin) kadar asker topladılar. Mekke’den katılanlarla birlikte 700’ü zırhlı 200’ü atlı ve 300’ü de develi olmak üzere toplam rakamları 3.000’i bulmuştu.

Hz. Abbas’ın Mektubu

Rasulullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] amcası Hz. Abbas [radiyallahu anh], Müslüman olduktan sonra Medine’ye hicret etmek istediğini Hz. Peygamber’e [sallallahu aleyhi vesellem] iletmiş fakat Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] ileride kendisine mühim hizmetler düşeceği düşüncesi ile ona Mekke’de kalmasını söylemişti.

İşte o hizmetlerden biri, müşriklerin intikam hırsı ile Uhud Savaşı için hazırlanışlarını bildirmekti. İslam’ı Mekke’de müşriklerin arasında gizli bir şekilde yaşayan Hz. Abbas, gizli bir mektupla Rasûlullah’ı [sallallahu aleyhi vesellem] yaklaşmakta olan savaştan haberdar etti.

Mektup, Kuba Mescidi’nde Rasulullah’a [sallallahu aleyhi vesellem] ulaştı. Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] ashabtan birini çağırarak mektubu kendisine okumasını ve yazılı olanları gizli tutmasını istedi. Ancak Ashab-ı Kiram arasında kara haber tez yayıldı. Bunun üzerine Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] seferberlik ilan etti.

İstişare

Vahiy gelmeyen konularda, karar vermeden önce Rasulullah [sallallahu aleyhi vesellem] ashabla istişare ederdi. Muhacirleri ve Ensarları [ridvanullahi aleyhim ecmain] toplayarak: “Düşmanı Medine dışında mı karşılayalım, yoksa şehir içinde savunma tedbirleri mi alalım?” diye istişarede bulundu.

Bu sırada Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], önceki gece gördüğü rüyayı ashabına şöyle anlattı:

“Kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm. Kılıcım Zü’l-fikar’ın ağzında bir gediğin açıldığını gördüm. Sonra boğazlanmış bir sığır ve arkasından da bir koç gördüm.” Ashabı Kiram [ridvanullahi aleyhim]:

– Bunu tabiri nedir ya Rasulallah?” deyince şöyle buyurdular:

– Sağlam zırh giymek Medine’ye işarettir. Kılıcımın ağzında bir gediğin oluşması ise herhangi bir zarara uğramayacağıma işarettir. Sığırın boğazlanması, sahabelerimden bazılarının şehit edileceğine işarettir. Daha sonra bir koçun getirilmesi ise, bu bir askeri birliğe işarettir ki inşallah Allah onları öldürecektir.”  [İbn Hişam]

Gördüğü bu rüya üzerine Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] kanaati, Medine’yi içeriden müdafaa etmekti. Buna rağmen Sahabe-i Kiram’ı [ridvanullahi aleyhim] ile istişare edip kanaatlerini öğrenmek istiyordu.

Sahabe-i Kiram’ın [ridvanullahi aleyhim] ileri gelenlerinin birçoğu da Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] kanaatindeydi. Ancak Bedir Savaşı’na katılamayan sahabeler Allah ve Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] uğrunda gazilik veya şehitlik elde etmek düşüncesi ile düşmanı Medine dışında karşılama hususunda şiddetle ısrar etmişlerdi.

Bedir Savaşı’na ashabın önde gelenlerinin bir kısmı ve Hz. Hamza’nın da [ridvanullahi aleyhim] ortak konuşmaları; “Biz böyle bir günü beklemekteydik, düşmanla Medine dışında savaşalım.” yönünde oldu. [İbn Hişam]

Hz. Hamza [radiyallahu anh]:

“Ey Allahın Rasûlü! Sana kitabı indiren Allah’a yemin ederim ki, Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyeceğim.” dedi.

Sonra Hz. Hayseme [radiyallahu anh] söze başladı:

“Ya Rasûlallah,” dedi. Müşrikler, bizi evlerimizde kuşatmak üzere bedevi Araplardan ve müttefiklerinden askerler topladılar. Atlılarıyla ve develileriyle sınırlarımıza dayandılar. Onları Medine dışında er meydanında karşılamazsak korktuğumuza yoracaklar.

İstişare kararından çoğunluğunun Medine’nin dışında açık bir meydanda savaşmak olduğu kanaati çıktı ve karar kesinleşti. Bunun üzerine Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], sağında Hz. Ebu Bekr, solunda da Hz. Ömer [radiyallahu anhuma] ile zırhını giyinmek üzere Hane-i Saadeti’ne gitti.

Bu sırada Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] ile aynı kanaati paylaşan Sa’d B. Muaz başta olmak üzere Ashabın ileri gelenleri sahabelere Allah’ın [celle celaluhu]:

وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰى مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰى وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوٰى اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰى

“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti.” [Necm, 1,2,3,4] ayetini hatırlatarak şöyle diyorlardı:

“Arkadaşlar! Medine’de mudafaa savaşı yapma kanaatinde olmasına rağmen Medine’den açık araziye çıkma hususunda Rasûlullah’a [sallallahu aleyhi vesellem] ısrar ettiniz. Bilmez misiniz? O kendi hevası ile konuşmaz. Konuştuğu her şey vahiydir. O’na arş-ı âlâdan haber gelir. Geliniz kanaatinizden vazgeçip O’na uyunuz.

Bu sözler karşısında aksi kanaatte olan Ashab ısrarlarında pişman oldular.

Peygamber Zırhını Kuşandıktan Sonra

Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] görmüş olduğu rüyanın etkisiyle birbiri üzerine iki zırh giyip miğferini başına geçirerek Hane-i Saadeti’nden çıktı. Ashab-ı Kiram [ridvanullahi aleyhim] Rasûlullah’a [sallallahu aleyhi vesellem] pişmanlıklarını dile getirdiler.

Bunun üzerine Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem]:

“Bir peygamber hazırlanıp zırhını kuşandıktan sonra düşmanlarıyla çarpışmadan ve Allah O’nunla düşmanları arasında hükmünü vermeden zırhını çıkarmaz. Allah’ın adını anarak size emrettiklerimi yapmaya koyulun ve sabırla sebat ediniz. Böyle yaparsanız Allah’ın yardımıyla karşılık bulacaksınız.” buyurdu.

Rasûlullah Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] bu günkü Gamame Mescidi’nin bulunduğu alanda İslam ordusunu topladı. İki rekât namaz kıldılar ve ardından cihadın fazileti ile ilgili bir hutbe irad buyurdular. Hutbede cihadın faziletinden bahsetti.

Allahu Teâlâ da Uhud Savaşı için müminlere şöyle hitap etmiştir:

وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ

“(Kâfirlerle savaşırken) gevşemeyin ve (Uhud’da başınıza gelecek musibetlerden dolayı da) üzülmeyin, eğer inanmışsanız (galibiyet elde ederek) üstün gelecek sizsiniz.” [Al-i İmran, 3/139]

Rasûlullah Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] cuma namazını kıldırdıktan sonra İslam ordusuyla Uhud’a harekete hazırlandılar.

Sa’d İbn Muaz ile Sa’d İbn Ubâde [radiyallahu anhuma] zırhlarını giyinmiş ve kılıçlarını kuşanmış halde Rasûlü Ekrem’i [sallallahu aleyhi vesellem] korumak maksadı ile önünde yürüyorlar, kimseyi O’na yaklaştırmıyorlardı.

İslam Ordusu Medine’den Ayrılıyor

Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem], Abdullah İbn Ümmi Mektum’u Medine’de vekili olarak bıraktı. İslam ordusu, 100’ü zırhlı olmak üzere 1000 nefer ile Gamame’den Uhud’a hareket etmeye başladı. Bin kişilik ordusu ile cuma namazından sonra Medine’den çıkarken kadın sahabeler Medine sokaklarına çıkmış, onları ilahilerle uğurluyorlardı.

15’li Gençler

İslam ordusu, o geceyi Uhud ile Medine arasında olan Şiheyn mevkiinde geceledi.

Rasûl-ü Ekrem [sallallahu aleyhi vesellem] orduyu teftiş etti. Bu arada 13-15 yaş arasında çarpışamayacak kadar küçük on yedi kadar çocuk sahabelerin de geldiklerini gördü.

15 yaşındaki bu yiğit çocuklar savaştan dönmek istemediler ve küçük olmadıklarını ispat etmeye çalışıyorlardı.

Peygamberimiz [sallallahu aleyhi vesellem] dönmeleri gerektiğini, çünkü Medine’de; kadınların, çocukların ve yaşlıların korunmaya ihtiyacı olduğunu söyledi ve onları bunları korumakla görevlendirerek ikna etti.

Bu yiğit çocuklar, orada kalan hastaları, kadınları, çocukları ve yaşlıları korumak üzere Allah Rasûlü [sallallahu aleyhi vesellem] tarafından kendilerine bir vazife verilmiş olmanın mutluluğu ile Medine’ye döndüler.

Ancak ordudan ayrılmak istemeyen bazı çocuk sahabeler de vardı.

Bunlardan biri Rafi’ B. Hadic’ti [radiyallahu anh]. Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] onu da ayırıp Medine’ye göndermesin diye ayağındaki mestlerin ucuna basarak uzun görünmek istiyordu. Ancak o da Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] tarafından fark edilerek Medine’ye gönderilmek üzere ayrılanlar arasına dâhil edildi. Daha sonra Sa’d B. Ebi Vakkas [radiyallahu anh] orduya faydası olur düşüncesiyle:

“Ya Rasûlullah, Rafi’ iyi ok atar.” demesi üzerine, Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] onu da orduya aldı.

Hz. Rafi’in [radiyallahu anh] orduya alındığını gören Semüre B. Cundub [radiyallahu anh], koşarak babası Mürey B. Sinan’a,

“Babacığım, Rasûlullah beni geri çevirdi, ama Rafi’e savaş için müsaade etti. Hâlbuki ben güreşte Rafi’i yenebiliyorum!” dedi.

Babası Mürey B. Sinan [radiyallahu anh], teklifi Resul-i Ekrem’e [sallallahu aleyhi vesellem] iletti. Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], güreşmelerini istedi. Güreşte Hz. Semüre’nin Hz. Rafi’i [radiyallahu anhuma] yıktığını görünce, onun da orduya katılmasına izin verdi.

Henüz 15 yaşlarında bulunan bu gencecik sahabiler, işte böylesine büyük bir şevkle mücahidler safında müşriklere karşı savaşmak istiyorlardı.” [Taberi]

Geceyi Şeyheyn tepelerinde geçiren İslam ordusu Efendimiz’in [sallallahu aleyhi vesellem] emri ile sabah şafakla beraber Uhud’a vardı ve savaş için en elverişli yeri seçti.

Münafıkların Ayrılması

İslam ordusu, cumartesi sabahı 1000 kişiyle henüz Uhud’a varmıştı. Bu sırada münafıkların başı Abdullah B. Ubeyy B. Selûl: “Muhammed [sallallahu aleyhi vesellem] bizim gibi yaşlı tecrübelileri dinlemedi, çocukları sözlerine uydu. Hâlbuki ben bu meydan savaşını uygun görmemiştim. Şimdi burada ne diye boşu boşuna ölelim.” dedi ve kendisine bağlı 300 münafıkla ordudan ayrıldı. Böylece Müslümanlar’ın sayısı 700’e düştü.

İslam Ordusunun Savaş Düzeni

Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], atından indi, Ayneyn Tepesi solunda kalacak şekilde ordusunun sırtını Uhud Dağı’na verdirerek ordusunu düzene soktu. İslâm ordusu safı, bir ucu Uhud’da diğer ucu ise Ayneyn tepesine varacak şekilde düzen almıştı.

Ayneyn tepesine de Abdullah B. Cübeyr komutasında 50 okçu yerleştirdi ve onlara şöyle emir buyurdu:

“Şu vadiden (okçular tepesinin arkasından), düşman atlıları arkamıza dolaşıp bizi kuşatabilirler. Oklarınızla onları buradan geçirmeyin; çünkü at oku yiyince ilerleyemez. Bu yüzden bu savaşta galip gelsek de mağlup olsak da ben size haber göndermedikçe yerlerinizden asla ayrılmayınız. Yardımlarına koşalım demeyiniz.  Kuşların bizi kapıştığını görseniz de ben size haber göndermedikçe, yerlerinizden asla ayrılmayın.” )İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 47; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned)

Müşriklerin Savaş Düzeni

Müşrik ordusu, sayıca Müslümanlar’ın dört katından fazlaydı. Üstelik bunlardan 700’ü zırhlı, 200’ü atlıydı. O zaman henüz iman etmemiş olan Hz. Ebu Süfyan [radiyallahu anh] komutasındaki 3000 kişilik müşrik ordusunun sağ kanadına henüz iman etmemiş olan Hz. Halid B. Velid [radiyallahu anh] atanmıştı. Sol kanadını Ebu Cehil’in oğlu, henüz iman etmemiş olan Hz. İkrime [radiyallahu anh], süvarilerini Ümeyye B. Safvan, okçularını da Abdullah B. Rabia komuta ediyordu.

Savaş Anı

Kureyşli kadınlar, Bedir’de ölenleri için mersiyeler okuyorlar, defler çalıp şarkılar söyleyerek askerleri arasında dolaşıyor, onları savaşa teşvik ediyorlardı. İslâm ordusu ise; tekbirler getiriyor, Allah’tan yardımını ihsan etmesi için dualar yapıyor ve âmin sesleri Uhud’da yankılanıyordu.

Gönüllerinden iman ve cesaret fışkıran Ashab-ı Kiram, heyecanla bir an evvel Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] mübarek ağzından “hücum” emrinin çıkmasını bekliyorlardı.

Nihayet Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] mübarek ağzından “hücum” emri çıkınca Müslümanlar şimşek hızında savaşa başladılar, müşrikleri yara yara aralarına daldılar. Öyle kahramanca savaşıyorlardı ki ilk safhada İslam ordusu savaşı kazandı. Küffar ordusu çil yavrusu gibi dağılmış, arkalarına dahi bakmadan kaçıyorlardı.

Müslümanlar kaçan düşmanı sonuna kadar takip etmeden, savaş alanına dağılarak, düşmandan geriye kalan malları ganimetleri toplamaya koyuldular.

Ayneyn Tepesi’nden durumu seyreden okçular da birbirlerine:

“Burada ne bekliyoruz, savaş bitti, zafer kazandık, biz de gidip ganimet toplayalım.” dediler. Abdullah B. Cübeyr [radiyallahu anh]: “Rasûlullah’ın emrini unuttunuz mu? O’ndan emir almadıkça yerimizden ayrılmayacağız.” diye ısrar ettiyse de aşağı indiler. [Buhari]

Abdullah B. Cübeyr’in [radiyallahu anh] yanında sadece sekiz ile on kadar okçu kaldı. Halid B. Velid [radiyallahu anh], okçuların Ayneyn tepesinden ayrıldığını görünce, emrindeki süvarilerle hücuma geçti. Abdullah B. Cübeyr ile beraberindeki arkadaşlarını [ridvanullahi aleyhim] şehit edip Müslüman ordusunu arkadan kuşattı.

Bunu gören müşrik ordusu, geri dönüp yeniden hücuma geçtiler. Tepelere çekilen Kureyşli kadınlar da tekrar defler çalarak aşağıya indiler. Müslümanlar, önden ve arkadan iki hücum ateşi arasında kaldılar. [İbnü’l-Esir]

İslam ordusu müşriklerin iki kanadı arasında kalıp ağır bir darbe aldı. Bu, savaşın en dehşetli ve yoğun olduğu andı. Savaştan önce müminlerin içine düşmesi için müşrikler tarafından bir çukur kazılmıştı.  Rasûlullah Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], savaşın en yoğun olduğu bu anda çarpışmadan dolayı bu çukuru fark edemedi ve yanı üzere içine düştü.

Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] mübarek yüzü kan revan içindeydi. Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] ayağa kalkıp çukurdan çıktıktan sonra ellerini, mübarek yüzüne götürdü. Yüzünün kanadığını gören Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] Mekkeli müşriklere şöyle sitem ediyordu:

كَيْفَ يُفْلَحُ قَوْمٌ خَضَّبُوا وَجْهَ نَبِيِّهم بِالدَّمِّ

“Kendilerini Allah’a iman etmeye davet ediyorken, Peygamberlerinin yüzünü kan revan içinde bırakan topluluk nasıl felaha (kurtuluşa) erebilir?”

Hem önden hem arkadan saldırıya maruz kalan mücahitler hemen toparlanamadılar.

Rasûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] çukura düştüğünü gören Ashab-ı Kiram’dan [ridvanullahi aleyhim] bazıları hemen çukurun etrafını kuşatıp düşman askerlerine karşı O’nu [sallallahu aleyhi vesellem] koruyorlardı.

Rasulullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] Vefatı Şayiası

Mus’ab B. Umeyr [radiyallahu anh], zırhını giyince Rasûlullah Efendimiz’e [sallallahu aleyhi vesellem] çok benzerdi.  Bu sebepten dolayı Abdullah İbni Kamia, Hz. Mus’ab’ı [radiyallahu anh] şehit ettikten sonra onun Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] olduğunu zannederek:

“Muhammed’i öldürdüm! Muhammed’i öldürdüm. Muhammed öldü!” diye nara atıyordu.

Bu şayia üzerine İslam ordusunda panik başladı. Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem]: “Ey Allah’ın kulları, bana geliniz, etrafımda toplanınız.” diye seslendi. Fakat çarpışmanın şiddedetinden ve Efendimiz’in vefat şaiasının hüznü ile kimse O’nu duymuyordu. [Buhari]

Abdullah İbni Kamia’nın naraları üzerine müminler adeta yıkılıp dağılmışlardı. Müminlerin dağılmışlıklarından yararlanan müşrikler, Rasûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] yanına kadar sokuldular. [Buhari] Rasûlullah’ı [sallallahu aleyhi vesellem] şehid etme pahasına her fırsatı değerlendiriyor, her türlü yola başvuruyor, ellerine ne geçerse O’na [sallallahu aleyhi vesellem] atıyorlardı. Bir ara müşriklerden birinin attığı bir taş; Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] mübarek alnına, bir taş da mübarek alt dudağına isabet etti. Rasûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] sağ alt çenesine isabet eden taş, mübarek azı dişlerinden birini şehid etti.

Kötülüklerden beri olan, her zaman hayır söyleyen nezaket konuşan, hiçbir zaman incitici bir kelime dahi konuşmayan şefkat ve merhamet abidesi Rasûlullah Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem]  mübarek ağzı kan revan içindeydi.

Ashabın Beddua Talebi

Allah Rasûlü’nün [sallallahu aleyhi vesellem]  mübarek dişinin kırıldığını ve yüzünün yaralandığını gören sahâbeler üzüntü içerisinde:

– Yâ Rasûlallah! Müşrikler aleyhine dua etseniz, dediler. Rahmet Peygamberi Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurdu:

إِنِّى لَمْ أُبْعَثْ لَعَّانًا وَإِنَّمَا بُعِثْتُ رَحْمَةً اللهم اهد قومى فإنهم لا يعلمون

“Ben lanet edici olarak gönderilmedim. Ben ancak âlemlere rahmet olarak gönderildim. Allah’ım! Kavmim bilmiyor. Bilselerdi böyle yapmazlardı. Sen, kavmime hidayet nasip et, diye dua etti.

Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] Miğferi Yarılıyor

Vefat şayiası bir müddet devam etti Ka’b B. Malik’in [radiyallahu anh] Efendimizin hayatta olduğu müjdesi üzerine Ashab-ı Güzin Efendimiz’e doğru ilerlediler. Uhud’un o zor gününde bütün gayretleri ile efendimizi korumaya açlışıyorlardı.

Buna rağmen savaşın en şiddetli zamanı olan bu anda müşriklerin en güçlülerinden Abdullah İbni Kamîa, Rasûlullah Efendimiz’e [sallallahu aleyhi vesellem] doğru çok güçlü bir kılıç darbesi savurdu. Bu darbenin şiddetiyle Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] gördüğü rüyanın etkisi ile taktığı başındaki miğferi parçalandı. Darbe o kadar şiddetliydi ki parçalanan miğferin iki halkası Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] mübarek yüzüne battı. Bu darbede elmacık kemiğinden de yaralandı.

Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] bir kez daha yüzü kan revan içindeydi. Mübarek başı yarılan Allah Rasûlü [sallallahu aleyhi vesellem] bir yandan yüzündeki kanı siliyor diğer bir yandan da:  “Peygamberleri, kendilerini Allah’a imana davet ediyorken Peygamber’in başını yarmış, dişlerini kırmış bir kavim nasıl iflah olacaktır? diyordu.

Ebû Ubeydete B. Cerrâh [radiyallahu anh]

Savaş bütün hızı ile devam ediyordu. Sevgililer sevgilisi Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] miğferinin parçalandığını, halkalarının mübarek yüzüne battığını gören Ebû Ubeydete B. Cerrâh [radiyallahu anh], Efendimizi [sallallahu aleyhi vesellem] korumak adına önünde duran Hz. Ebû Bekr’e; “Ey Eba Bekr, Ben Ebu Ubeydete! Allah için müsaade et, Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] yüzünden miğfer parçalarını çekeyim!” dedi.

Ebu Ubeydete B. Cerrah Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] başucuna gelerek mübarek elmacık kemiğine batan halkaları önce elleri ile çekmeyi düşündü. Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] mübarek canının acıyacağını düşünerek halkaları dişleriyle çıkardı.

Efendimiz’in Hayatta Olduğu Müjdesi

Savaşın şiddetinden; atların kişnemesinden, develerin böğürmesinden, kılıçların şangırtısından dolayı kimse kimseyi duyamıyordu. Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] bulunduğu yerden hiç ayrılmamasına ve birkaç kez ashabını etrafına çağırmasına rağmen bu yoğun ses karmaşasından dolayı duyulmamıştı. Yoğun toz bulutundan dolayı da Ashab [ridvanullahi aleyhim], Rasûlullahı [sallallahu aleyhi vesellem] göremedikleri için haberin yalan ya da doğruluğunu tespit edemiyorlardı.

Nihayet Uhud’da müjdeleyici bir ses yankılanıyor, dalga dalga ashabtan ashaba müjde yayılıyordu. Çünkü Hz. Ka’b B. Malik [radiyallahu anh] Peygamber Efendimizi [sallallahu aleyhi vesellem] görmüş ve:

“Ey Mü’minler, Rasûlullah burada, Rasûlullah hayattadır!” diye var gücü ile haykırıyordu. Hz. Ka’b’ın [radiyallahu anh] sesini duyan müminler, tekrar hücuma kalktı ve hemen Rasûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] etrafında canlarını dişlerine takarak müşriklerin saldırılarına karşı koruyarak düşman ordusunu geri püskürtüler.

Hz. Hamza’nın Şehit Edilişi

Hz. Hamza [radiyallahu anh], Bedir Savaşı’nda Hz. Ebu Süfyan’ın [radiyallahu anh] hanımı Hz. Hind’in [radiyallahu anha] babasını öldürmüştü. Bu yüzden Hz. Hind [radiyallahu anha] Hz. Hamza’dan [radiyallahu anh] intikam almak istiyordu.

Hz. Hamza’nın [radiyallahu anh] karşısında kimse duramadığı için, Cübeyr B. Mut’im’in kölesi, Uhud savaşında henüz iman etmemiş bir keskin nişancı olan Habeşli Hz. Vahşi’ye [radiyallahu anh] Hz. Hamza’yı [radiyallahu anh] öldürdüğü takdirde büyük mükâfatlar vadetmiş, efendisi Cübeyr de onu azad etmeye söz vermişti.

Hz. Vahşi [radiyallahu anh], Hz. Hamza’nın [radiyallahu anh] karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Bir taşın arkasına gizlenip, Hz. Hamza’nın [radiyallahu anh] önünden geçmesini bekledi. Hz. Hamza [radiyallahu anh] ise savaş alanında durmadan sağa sola koşuyor, elinde kılıçla önüne gelen müşrikleri biçiyordu. O gün tam sekiz müşrik öldürmüştü. Bunlardan Abdu’l-Uzza oğlu Sibah’ı öldürdüğü sırada, Hz. Vahşi’nin tam önünde bulunuyordu. Hz. Vahşi [radiyallahu anh] bu fırsatı kaçırmadı.

Habeşlilerin çok iyi kullandığı harbesini (kısa mızrağını) gizlendiği yerden fırlattı ve kahraman Hz. Hamza’yı [radiyallahu anh] şehit etti. [Buhari]

Savaşın en şiddetli anında Hz. Hamza’nın [radiyallahu anh] şehit düşmesi, Müslümanlar için büyük kayıp oldu.

Savaş Sonu

Savaş bittikten sonra Rasûlullah Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], gazi ve şehid olan ashabını, hüzünlü bir eda ile tek tek dolaşıyor, onlara nazar ediyordu.  Hz. Musab’ın [radiyallahu anh] başucuna gelen Allah Rasülü, Uhud şehitleri hakkında nazil olan şu ayeti okudu:

وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَمَا زَادَهُمْ اِلَّا اٖيمَانًا وَتَسْلٖيمًا مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدٖيلًا لِيَجْزِىَ اللّٰهُ الصَّادِقٖينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقٖينَ اِنْ شَاءَ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَحٖيمًا

“Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde: İşte Allah ve Resûlü’nün bize vâdettiği! Allah ve Resûlü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarını ve Allah’a bağlılıklarını arttırdı. Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. Çünkü Allah sadâkat gösterenleri sadâkatleri sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” [Ahzab, 22-23-24]

Kavmi için Savaşan Kuzman’ın Sonu

Uhud Harbi’nin yapıldığı gün, Müslümanların içinde Kuzman isminde birisi vardı. En ileri safta yiğitçe savaşıyordu. Müşriklere ilk ok yağdıran o idi. Müslümanlar bozulup dağılınca Kuzman: “Ölmek kaçmaktan hayırlıdır. Ey Evs topluluğu! Siz de benim gibi şan ve şeref için çarpışınız.” diyerek düşmanların içine daldı, müşriklerden yedi sekiz kişi öldürdü.

Bu arada kendisi de yaralandı, Zafer oğullarının evine getirildi. Müslümanlardan bazıları: “Ey Kuzman! Vallahi bu senin başına gelen Allah’ın bir imtihanıdır. Müjde sana, cennetliksin.” dediler.

Kuzman: “Ne diye tebrik ve tebşir ediliyorum? Vallahi ben, kavmimi savunma gayretinden başka bir sebeple savaşmadım. Böyle olmasaydı savaşmazdım.” dedi. Sonra yaralarının sancısına dayanamadı, ok çantasından bir ok alıp, kolunun damarını keserek intihar etti.

Uhud Savaşı’ndan önce Kuzman’ın ismi anıldıkça, Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem]:

“O, cehennemliktir.” buyururdu. Savaştan sonra kendisine haber verilince:

“Allah-u Ekber! Şehadet ederim ki ben Allah’ın Rasûlü’yüm [sallallahu aleyhi vesellem]. Söylediklerim doğrudur, Allah sözümü doğru çıkarır. Şüphe yok ki Allah bu dini, günahkâr bir adamla da kuvvetlendirir.” buyurdu. [el-Bidaye; İbnu Hişam]

Uhud Şehitliğini Ziyaret Fazileti

Rasûlullah Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] Uhud şehitliğini sık sık ziyaret eder ve yüksek sesle:

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ

“Sabrettiğiniz için size selam olsun. Ahiret saadeti ne güzeldir.” [Ra’d 24] mealinde ayeti okurdu. [Beyhaki] Uhud Şehitliği’ni ziyaret etmeyi teşvik eden Rasûlullah Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] bir defasında şöyle buyurmuştur:

“Allahım! Kulun ve Rasûlün onların şehit olduklarına şahitlik eder. Onlar da kıyamet gününe kadar kim kendilerini ziyaret eder veya selam verirse kendisine mukabelede bulunurlar” [Beyhaki]

Uhud Savaşı’nın Değerlendirilmesi

Birçok tarihçi Uhud Savaşı için Müslümanlar adına yenilgi kelimesinin kullanılmasına karşı çıkmaktadır. Bunun da sebebini, bir savaşın sonucunun meydana gelen maddî kayıplara göre değil belirlenen amaçların ne derece gerçekleştirilmiş olmasına bakılarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederek açıklamaktadırlar.

Bu yorumlara göre, Kureyş’in, Uhud Savaşı için belirlediği Medine’yi ansızın basarak Müslümanları gafil avlamak, Müslümanları bölmek ve Hz. Peygamber’i [sallallahu aleyhi vesellem] ve sahabelerin ileri gelenlerini şehit etmek gibi amaçlarını gerçekleştiremediklerinden Müslümanların mağlubiyetinden bahsedilemeyeceği belirtilmektedir.

Çünkü Müslümanlar savaş meydanından kaçmamış, müşrikler de onları kovalamamışlardır. Sadece Müslümanlardan bazılarını şehit etmekle yetinmiş, daha fazlasını da yapamayacaklarını bildiklerinden ve onların da kayıpları olması nedeniyle Müslümanların yeniden hücum etmelerinden korktukları için savaşa son vermek istemişlerdir.

Bu savaşta her ne kadar Müslümanlar yara almış ve çok sayıda şehit vermişlerse de düşmana teslim olmamışlar, savaşmaktan yılmamışlar ve toprak kaybetmemişlerdir. Hepsinden önemlisi düşman ordusu Müslümanlardan esir ve ganimet elde edememiştir. Bu anlamda her iki taraf için bu savaşın kesin bir galibi ve kesin bir mağlubu olmadığı yönündeki görüş ağırlık kazanmıştır.

Ancak Müslümanların bu savaştan çıkarmaları gereken dersler olmuştur. Zira savaş istişaresi sırasında Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] görüşüne uyulmaması ve Efendimizin [sallallahu aleyhi vesellem] kesin uyarısına rağmen Okçular (Ayneyn) Tepesi’nin terk edilmesi Uhud Savaşı’nda İslam ordusunun çok fazla zarar görmesine neden olmuştur.

Kaynakça

Hadimu’l-Haremeyn, Hac ve Umre El Rehberi, Semerşah Grup, 2019

Serdar Sevmezler, Uhud Savaşı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı